Aramızdaki Fark

Unutmayı seçtim, Çünkü: İnsan yaşıyor

Kalsın tercihlerin sende
İnsanın yürüyecek bir yolu olmalı önce
gerisi oyalanmaktır bunu bil
oyalanır insan biraz sevinç biraz kederle

yüzümdeki hafif tebessüm bir vazgeçiştir
anlatamadıklarımın bir resmidir
söylemediklerimin harmonisi
çektiklerimin albenisi

bak gözüm
derinliği olmalı insanın önce
bağıran acılar çabuk susar bunu bil
sesini saklayan acılardır tarihe düşen

Unutmak bahsetmemektir
ağzına almadığını bile farketmemektir
gerisi unutmanın provası
ki nice unutmalar aslında hatırlamanın yalanı...

boşver gözüm
sen bildiğin gibi devam et
ben yıldızları yerlerine iliştirmeye devam edeceğim
senin bakışların yıldızlara takılıyken

senle aramızdaki fark ne biliyor musun?
ben: savaşırken yenildim,ama savaştım!
sen: kazandın kaçarak,ama kazandın
ve beni asi bildiler... seni ise kahraman...


KayıpKentli..6 haziran 2009 fatih ist...02.54

Petrol Hıçkırığı

eyüplerimizi aldık
indik bir akşam eyüpler divanına...

ruhumuzu sıyırdık üzerimizden
oturduk karşımıza
sorduk:
yolumuz nere?
daha ne kadar sürer bu mesel?

birimiz gözlerini koydu ortaya
diğeri yüreğini çıkardı bıraktı,usul
bir kadın saçlarını attı kahırlı
bir adam gururunu.
ben de s/ özlerimi .
...yaktık!
.

ruhumuza dönelim dedik
yeryüzü : inanç dedi
inancımızdan başlayalım dedik
alemler: önce anlayış dedi
anlayışa dönecektik
gökyüzü: ağlamak dedi
gözyaşlarımıza dönmek istedik
bizi bir petrol hıçkırığı karşıladı


esmer beyaz sarı tenli hıçkırıkları aldık
dedik: biz dönmek istiyoruz
kovulduğumuz ilk yere
bir ağacın altında özür dilemek istiyoruz
maldan yangın kaçırdık
vefasızlıktan kardeşiği
aşktan ihaneti çaldık
duaları bıraktık kalbimizi aldık


hiç mi sormamışız kendimize bunca kötü rüyanın hikmeti ne
divanelere vurduk viraneler dolusu
eyüplerimiz kabul edilmedi eyüpler divanına..

2

ağlamak anlamak ve inanmak dendi divanda
hikmet dendi aşk dendi ruh dendi
fırat dendi dicle dendi gözyaşı dendi
imansız aşka: esaret
; aşksız imana: zulüm
dendi.

açtılar perdeleri eyyüblerimizin önünden
imandaki inkar seyredildi...

Sen:Hep Gelmeyen!

1
kayıp :
ellerimde bir gençlik.
harmanımı taşıdığım dudaklarım kendi geçmişine küfür

sorgularımın ey gece yarıları
karanlık odamın gecelerinde ruhumu soyunduğum
gündüzleri yırtılmış bir atı taşıdığım çarşı suskunlukları
bende onların cevapları
onlarda benim çıkış yolum
arada hayatıma biçilmiş:kapital bir din
neo-iman edenlerinin en parasız kafiriyim

balta ve sap arasındaki "oyun bozan bir söylem"in aynası: dağınıklığım
adam olamadım,gitti;çok uzaklara,ta içimde bir ben kavmi..
adem kalamamış bir çağdan alıpta başını...


2
dil yok söz yok kelimeler yok
oturuş şeklimiz artık ruhumuzun rengi

benim ellerim:
masamın çekmecesine kitlediğim.
geceleri çıkarıp önüme koyduğum.
bana anlatın dediğim...
bana susan ellerim
Avuç içlerimde açılmayan bir kapı
ah Rabbim beni terk mi ettin ?


3
sonra sen...
umudumu bağladığım:sen:hep gelmeyen...
iliştiğim sofra kenarlarında yarım ağzımla öykündüğüm yutkunluk
sen: hep telaşlı
gözbebeklerimin kirvesi!
ayaklarım bir somun ekmek ,böl-
üşürken: adımlarımı döktüğüm kırıntılarıyla yolumu bulduğum
güvercinlerin çocukluğumu atlas diye ellerime kustuğu...


4
sabahları gözlerime hâr üflüyorum
içimde beter bir yanık
ciğerlerimi yakıyorum
is üflüyorum...

hiçbir şey yüzündeki hüznü silemeyecek gözlerimden
bunu böyle bil

Sızlayan Suları Bana Bırak Sevdiğim!


Herkes kendini alır bir başkasından
Ben alamam, taşımaz yaralarım

Benim saçlarıma beyazlar düşer;
seni yitirdiğim dost sohbetlerinde
Sen yorgun bir kadın kalırsın
yılların üzerinde...

Kalbimle yırtarım dağları
Babamı tanımayan şehirler ararım
Dilimi rahat bırakın
Ben alem-i ervahta söz verdim
Küfrüm patron sınıfların üzerine olsun

Yıllar oldu ağlamadım farkında mısın?
Öldüğümde ağzımdan çıkacak tek kelime:...
Urfa!

Bir adını bir de kavgamı unutmayacağım
Herkes bir başkasındadır aslında
Yaralarımı al.
Sızlayan suları bana bırak sevdiğim!

KayıpKentli..
03.03.2007/MERSİN

Çölden dönüş:

Dağları ve kadınları ve düğünleri rahat bırakın!

Nefes nefese çöle döndüm
Üç soru sor dedi çöl
“Nasıl” dedim… Sustum!

“Üç soru sor ve eğil, ruhunla”
“Nasıl?” dedim?
Çöl gözlerime baktı!

Büyük şehirlerden geldiğimi anladı…
Tek tek, bütün kum taneleriyle...
Ruhumu dinledik günlerce
Neyi kaybettiğini biliyor musun dedi
Nasıl? Dedim.

Neyi kazandığını bilmezsen neyi kaybettiğini nerden bileceksin dedi.
Bana böyle ne oldu çöl? Dedim
Üç soru sor dedim sana dedi çöl:
Sordum ya! Dedim

Bir soruyu üç kere sor demedim
Üç ayrı soru sor ama bir bütün cevabının üç sorusu olmalı!
Ah çöl, dedim.
Nasıl?

Çöl çürümüş modern betonlardan geldiğimi anladı.
Dinle dedi çöl ve sorusunu sordu boşluğa:
“ Ne?”,

varlığın mahiyetini duyumsadım
İşte dedi bunu bilmiyorsun!
“Niçin” diye seslendi göğe
Yönüm oluştu birden cevabı alınca!

Doğru sorular sormayanların yanlış cevaplardan başka yolları yoktur
Tekrarla dedi çöl
:Ne, Nasıl, Niçin…
Ne, Nasıl, Niçin…
Ne, Nasıl, Niçin…

Tekrarla anlayacaksın dedi çöl
Tekrarladım binlerce kez…
Aslolan sormak mı dedim çöle, hayır dedi, düşünmek asıldır
Soru, usuldür!
Aslolan varlıktır, usul: var oluşundur
Aslolan: “Ne”,
Usulün: “Nasıl’dır?”
Neyi kaybettiğimi sordum çöle
Ne’yi kaybettiğimi söyledi çöl.

Baştan aldık her şeyi günlerce
Çöl sordu ben cevapladım
ben sordum çöl cevapladı.

İnsan nedir dedi çöl
Varlıktır dedim.
Nasıl bir varlık dedi
Arayan, dedim…
Niçin arıyor dedi
Korktum!
Kanadığı için diyebildim kesik bir sesle
Kanayan ne dedi?
Ruhu dedim

Nasıl dedi
Feodalizmin arayanı: Tolstoy…
Hind Kast sınıflarının arayanı: sofiler…
Aristokrat sınıfının arayanı: Lao-Tsu…
Sanayi Kapitalizminde arayan: Engels…
Benars padişahının gölgesinde arayan: Buda!
Put yapan Azer’in elinde Rabbini arayan İbrahim…
Firavunun sarayında Musa… dan bahsettim fısıltıyla

Niçin bir arayış dedi çöl
Kanadığı için mi diyebildim, şaşkın ve yorgun!
Cevabın şimdi de sorun mu oldu diye sordu çöl.
Kalakaldım!
Git şimdi kentleri yeniden kur dedi çöl
Kadınları ve oğulları…
Şarkıları ve akşamları…
Aşkını ve Dinini yeniden kur

Var olmak asıl; var oluş: usul
Aşk: Asıl; İrfan: Usul
Düşünce: Asıl; soru: Usul
Kadın: Asıl, Anne: Usul
Salihât: Asıl; Cihat: Usul
Emniyet: Asıl; Muhammed: Usul
Ve tüm köprüler: “Niçin”O halde dedi Çöl! Bir kez daha:

Git ve kentlerini ve aşklarını şimdi yeniden kur
Irkını ve dilini Dağlara kazıma
Aşkını ve Dinini Kadınlara dayatma
Ve söyle çağının insanlarına
Dağları ve Kadınları ve düğünleri rahat bıraksınlar!

Vahye inanıyor musun diye sordu çöl?
Ve devamla:Vahiy Asıl mı? ; Usul mü?
Cevabın: Yolun; yolun cevabın olsun oğul!
Sordum ben de kendime:
Vahiy asıl mı; usul mü?
Vahiy asıl mı; usul mü?
Vahiy asıl mı, usul mü?...
K.Kentli 06.05.2009 03:30 Fatih-İst...

PİÇ AYNALAR!

dua etmekten derisi soyulan ellerimle yalvardım
sen : bir camianın öfkeyle terkedenisin
ben : tüm yalanlarına rağmen kalıp didineni

sabahları aynalara açıyorum gözlerimin perdesini
yok işte yok: güneşin selamı bakışlarımda
ben de var ama aydınlığı umudumun.

"Dönmüşsün" dedi koca bir eylül,
"dönmüşsün" evet dedim: "döndüm bir bekleyene..."
sonra seni sordu
yoldum saçlarımı koydum önüne: “işte o”

insan büyüdüğünü nerden anlıyor biliyor musun?
Aldığı yarayı hissetmemeye başladıkça...
Buna kirlenmek de diyorlar,
ben büyümek diyorum
iyilikleri kötülüklerinden daha derin insanlar biliyorum
ellerini çekmeyen kalbinden sahabesi olmuş çağının
sahib çıkanı adam gibi!

...herkesin uyuduğu saatlerde
bir vuranlar bir de vurulanlar uyumaz
gündüzler neden zehir deme
sen bir zehir bıraktın kardeşine
yaklaşır barışma ayı
ramazanlar ve yedi çeşit sofra
yaz beni de kimsesizler arasına
ve unut...
yeni yüzler bul, saman alevi alakalarda ışısın yüzün
herkese aynı hikayeni anlat
ve aynı radikal kitaplarda boğul...
oysa reel hayat bambaşka
sigara içen dostlarımız bahsetsin dünyanın kirlendiğinden!!!

benden dinle sen inanmayı
iman edenler ancak mutsuzdur!
Kahrolur insan şu çağın haline...
müslim: geceleri kederine sarılandır yar niyetine
mü’min: uykularında ağlayan, sabahları yumruklarını sıkandır
kalandır, dimdik durandır,
sabredenidir dostunun...

dünya bizden daha temiz değil
ama dünya kadar değer vermeyiz bize
budur: hali pür melalimiz

patron sınıflardan çok kendi emeğimize kızarız
bundandır dağınıklığı kardeşliğimizin
Zalime yumuşak, dosta sert
cahiliyeye müşfik, ilmiyyuna gaddar
tutarsız hayatlarımızın çamurudur şikayetlerimiz...
ve piçtir aynalar!!!

Hoş geldin Garb...
Afakın ve euro zırhınla...
sektörün iman dolu göğsüm gibi serhaddi yok artık
gücünün büyüklüğü dağınıklığımız kadar olan ey Küfür
sabahleyin arabalarımızla sana akacağız,
sabah 7.Başla!

Kredi kartlarının ve asgari ücretlerin dünyasında
kahrolsun(!) Devlet Memurluğu(!)
Hoşgeldin Özel Sektör Tağutu(!)... : çarpıklığıdır akidemiz!
(Ebuzer mi?: Can sıkan bir Şazz...)

Kendine yeni bir “hayr bonus” bulur dostlarımız
Ne de olsa sevgiye aç tüm metropoller!

beni koyduğun, bana koyduğun tüm kahrın kadar
Bak istanbulu dinliyorum, ellerim yaralı...
gömecek yer kalmadı bakışlarımda ölüsünü sevdiklerimin
en iyisi yakmak ve küllerini savurmak gözyaşı denizlerime

sen beni incittin, Allah’da seni inceltsin ey Kalın Dost!!!

İnceldiği yerden kopsun diye değil ama
İnceldiği yerden sarsın diye hayatı...

haklısın
herkes kendisini daha iyi bilir
herkes bildiği kadar taşır, dostunu, aşkını ve yarasını...

Kayıpkentli.
31 .07.2009
Kıztaşı ..İst 02:32

...Göl ...Çöl ...Ve Ses/ SİZLİK!-1

Ki bütün nehirler denizlere akmaz

"Suyunu kendi eteğinde toplayan kadınlar: göl olur sonra!
Ve göller denizlere değil dağlara sığınırlar"

aslında nehir olamayanların göl olmayı bilmesi gerek...
göl de olamazsa ..
çöl olması....
çünkü nehirler...göller ve çöller.....Muallimdir....

Alim yetiştirirler....
Çölün elemi kuvvetlidir...
Muhammed bundan dolayı
Çöllerde dolaştırıldı çocukken...

elem ile alim aynı kökten...
elemlerine sahip çıkanlar alimlerine de sahip çıkarlar...
o yüzden elem ayrı şey,
keder ayrı şey,
arabesk ayrı şey....

ferdi tayfurun, tatlısesin, vs kederi: arabesk
peygamberlerin kederleri ise : elemdir...

arabeskçiler o yüzden dünyayı yakar, şarkılarını yakar
peygamberler: kendilerini ateşe atar!
elem eğitmendir...

Yorgun ruhlara söylemek lazım: elemlerinizi göllere çevirin..
çünkü hayvanlar ve kuşlar ormanda göllere yakın yerlerde yaşarlar...
Göller gibi dağlara sığınan bir çiçek vardır; o da Berfin!
Güneşi görünce ölür, o da!
Biz Güneşin tefsiriyiz bakışlarımızda
O yüzden aydınlık bakar, yüreğimiz karanlıklara...
elemlerinizi çöllere çevirin....
hamzayı ömeri aliyi ve muhammedi ÇÖL çıkarmıştır bağrından!
ya çöle dönmeli ya da göle..
o yüzden bir şiirimde demiştim ki
"her sabah mavi bir çöle bırakıp dönüyrm kendimi...
ç/ölüm doğursun diye beni"

.. çöl deyip geçme: çöl: annedir....
doğrurur....
çöl: sessizdir...
çünkü sadece sessizlikte dinleyebilir bir peygamber içindeki sesleri...
sessiz ruhlar çöl olmayı başarmış ruhlar
...diğer seslere yer açarlar..
ses karmaşasında , sağır eder kirlilik kendilerini ve etrafındakileri..
sessizlik demek aslında ses demektir
..sessizlik sese yapılmış en büyük iyiliktir
... o yüzden tüm peygamberler sessiz bir yalnızlığın içinden gelmişlerdir...

Allah bugün bize peygamber gönderecek olsaydı....
bu peygamber eminim İstanbuldan değil,
Bu ülkenin en sessiz ve uzak şehrinden çıkardı..
sessiz olmak lazım...sakin olmak lazım...
sessiz olmak lazım...sakin olmak lazım...
sessiz olmak lazım....sakin olmak lazım....
sessiz olmak lazım...sakin olmak lazım....
sessiz olmak lazım ki
SES İŞİTEBİLESİN!!!

ah hayat: ve dayatılan çark:
Hiralarımızı sen bıçakladın!"
Ve "Muhammed"
40.gün o sessizlikte bir ses duydu:
OKU!!!
SENİ VAR EDEN YARATAN RABBİNİN ADIYLA...
OKU O SENİ BİR ALAKADAN VE İLGİDEN YARATTI...

KayıpKentli

KALEM; BEN VE ÖLÜM


yaşayan şeytanların dünyasından sesleniyrm sana
dışarıda heep yağmurlar yağdı
sen bunu bilmedin

sen öldüğümü...
sen dirildiğimi...
sen sonra öldüğümü...
sen benim tekrar kendime dirildiğimi...
bilmedin!

kalbinde taş taşıyanların dünyasında
ben taşında kalp taşıyanlardandım
çünkü ben hikmeti ve kelimeyi sevdim...
sevdim azizim...

sahaflarda ne arar avuçlarım
sen bunu bilmedin
alnıma gömdüğüm gülüşlerin
yüzümden düşen bin parçam...
şakaklarımda otogar kokan bir askı
sesimde tarifsiz bir gazel...
bilmedin...

tarih çağ ve yalanlar
ağıt kan ve sokaklar
zaman ahd ve umutlar
kalem
ben ve ölüm...

bendeki ölüm bir yaşam ağrısıdır
ölülerin dünyasından bir göçün çağrısıdır
kan kusanların dünyasında
can tutanların kavgasıdır
sen bunu bilmedin..

şiirini yaza yaza
şiir oldum
bilmedin.
sorma...
ölümedirildiğimi...söylemeyeceğim.


K.kentli .. .. 2008

BEN ARTIK DUA ETMİYORUM


Mermerler aktı içimden s/eller halinde göklere!
Ağ/açlar kirpiklerimden astı kendini gözlerime...
Ne yaptın sen?

Orduların ardına döndü, gitti!
Kaldım mı savaşların ortasında?
Ne yaptın sen?

Rahlelerde, kırdığın kalbimi okuyorum"
Aminler" uğulduyor melekler kulaklarıma..
Ne yaptın sen?

Geceleri peygamberler gelipS/açlarıma ağlıyorlar
Okyanuslar buluyorum sabahları saç diplerimde
At(las)larımdan yırtıp nereye götürdün pişmanlık denizlerini?
Ne zamandır dağlar gözlerimden kıyılara iniyor
Geceleri peygamberler geliyor
U/yanamıyorum
Ne yaptın sen?

G/öç yollarını sadaka bırakır avuçlarıma, kuşlar
Bir kanadım sen de kalmış...
Anlıyor musun?

Ben artık dua etmiyorum
Allah'ın dibinde yaşıyorum
Allah'ın dibi...olur mu? deme!
Paslı kanatlarla örtüyor yüzümü sesime havalanan kuşlar
/l/ıyorum...
...gittiğinden beri..

Allah'ın dibinde yaşıyorum
Yine de aramızda iki melek
ve koca bir mahşerle...

Kolay değil onca terk edilişten sonra
Allah'a küs(me)mek!!!
Öyle ehemmiyetsiz(!) bir halk içindeyim..
"Aağhahahahaaaaaaaaaağlayan Peygamberler Korosu"'ndan
beni anlatan tek ses:
Bu!!!

Ortadoğu kadar doğal yüzümdeki yangınlar
Teşekkürler resmi ideoloji
Bütün sevdiklerim sana benziyor!!!

"Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?" demişti, Yüceler Yücesi
Cevap veriyorum:"-Ben artık Dua etmiyorum-"...

27 ekim 2006-mersin
K.Kentli..

.not: acıdan içimi deştiğim o akşamlarda, ki kendi içime yığılmıştım!; dualarımın hiç birini kabul etmeyen ve beni kendimle bir başıma bırakan Rabbe Hamdolsun!
Dua eden yığınları terkedip bir dua gibi yaşama telaşında olanlara selam olsun!

Vedalar emzirsin; Ve Dağlar Güllerimizi...


gözlerimden tabutlar kalkıyor
beni bırak...
götür ellerimi
biz yaşadıkça eksildik
yokluklara,olmamışlıklara verenlerdendik
yüreğini ve çığlığını...
delileri bindirir gönderirlermiş ya istasyonlardan
Kurtalan'da koydum ikimizi
şalvar ceplerimize gömdüm gülüşlerimizi
vedalar ağladı bize...
ve dağlar...

(niye vurdular bizi
suçumuz neydi
bu muydu adaletleri?
günah değil mi?)

içinden çıktığımız şehirler
babalar oğullar anneler dile gelsin ki
bize zamanlar karşısında kanama gücü verildi
fakat onlar kendilerine hiç bir ağıdın yetmeyeceğini mi sandılar?
giderken...
suratlarına tükürüp cigerimizi

her ayrılıkta parmaklarını doğrayanlardık biz
parmaklarını ve dudaklarını,ekmek niyetine çorbalara
her ayrılıkta ayaklarını tutuşturanlardık biz
ayaklarını ve parmaklarını, kefalet niyetine suçlara...

seslerine toprak emziren dengebeler
şiirin ve elemin anneleri
emeğin ve kanaviçelerin kız kardeşleri!

Bitmez bizdeki ızdırap
döner sesimiz türkülere
sizler evlat doğurursunuz
bizler evlatlarınıza kör bir tarih
ah kanımı kaza kaza edindiğim umran
tabutlardan gözlerim kalkıyor...

beni götür...
bırak ellerimi...
vedalar emzirsin ve dağlar, güllerimizi...

K.Kentli...
2008 04:30

SIR


üşüyorum anlıyor musun?..düşüyorum
kelimelerden bir varakayım
bırak akayım yangınlara
sus sende benim gibi, kus
cam kırıkları emzir kendini kendine.
annen yaşlı artık sen büyüteceksin onu

halkın bir ayna iyi bak
ne görüyorsan bu biziz
aynalar yalan söylemez
unutma kötülüklere bile borçluyuz
teşekkür etmeli kötülere

kahramanlar yazdıkça
silersin tarihi
öldükçe dirilirsin
bütün zaferler yenilgilere muhtaçtır,
unutma kimi devler vardır
diğerleri sadece cüce olduğu için...
her ölüm bir doğum
her doğumsa bir ölümdür; unutma!

k.k..güneykent....
.şubat 2006

...DA ÖYLE GELDİM SANA


Nalında su sesleri ç/ağlayan atlar koşuyor omuzlarımda
Damarlarımda ağrıyan (gözyaşı) denizime
Direnen avuçlarımın nehirlerini giydirdim
...de öyle geldim sana

Yüzümde yüzlerce su kırıkları...
Bir ucu Kudüs'le yakılmış yanaklarımdan yukarı yağan
Çocukluğumu...
Ve Annemi,
ve babamı,
ve eşimi kaybettim
...de öyle geldim sana

Tüm tuzu kurularda bir "itler arası diyalog" çığırtkanlığı...
Yüzüme çarpılmadan ben çarpayım yüzümü en iyisi
" Fe Veylun" okuyorum şimdi saçlarıma
Türkçe, Kürtçe, Arapça şaştım kaldım
...da öyle geldim sana...

Ülkemi kaybettim ülkeler içinde
Halkımı yitirdim halkımın içinde
Puttan balta yapmışlar Asa'dan ip...
İbrahim'den bir Musa nasıl çıkartırım bu kalpten?
İşte toparlandım..
İşte gitmiyorum..
Beni bağışla diye kırılmamış dökülmemiş tevbelerle yola düştüm
...de öyle geldim sana

Tanıdığım bütün çirkinler "(ze)lden" bahsediyorlardı
"Nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak" yazar mı mesela cennetin kapısında?
bu gurbet çok uzun geldi gençliğimin ortasında
böyle tüm aşklardan...
onun bildiğini bilseydim az gülüp çok ağlayacağım
acıklı kahkahalarımdan caydım
...da öyle geldim sana...

Kilitli kaldı dilim ismimde
Üzerime kapıları kapattım
Hangi adreslere vardıysam herkes yüreğinden yolcu...
Ben: "örtülere bürünenin örtülerine bürünen"
"Kalk!" dedin, kalktım işte..
"başla" dedin satmaya götürdüm kumu be/davadan çöle
anladım: ne kadar kızsa da cellada çokları,
yine de celladın hizmetçiliğine ramdı yolları...
dünyanın tüm ağıtlarını aldım üzerime
"onlara matem bile düşmez" dedim
...de öyle geldim sana

artık dağlar mı yürür denizler mi kabarır
yıldızlar mı dökülür bilemem gayrı...
"Bana ne getirdin" diye sorarsan
Bahar bahar bakan gözlerimi
Ve Kıy(a)metinin –s/is düşüm-ü yüreğimi k/oydum
...da öyle geldim sana...

KayıpKentli
....Güneykent..mersin...
28.03.2006....10:30

BENİ UNUTUN...

çığlıklarımdan aşağı düşersem belki bulurum seni ıslandığım yangınlarda
kayboldum yaşadığım şehirlerde..
kendimi her bulduğumda bir başkasıyla karşılaştım..
kendimi her kaybettiğimde bir daha bulamadım..

sorma: böyle bize neler oldu!
şimdi ellerimde avaz avaz bir yetim..
ellerim dökülüyor saçlarımdan..
bütün nehirler bana akmak zorunda mı?

... daha nereye kadar s/aklayacağım?
daha nereye kadar taşıyacağım?
daha ne kadar kaçıracağım göğüslerimi emzirdiğim bu çölü?
bu kaçıncı dönüşüm terkettiğin halka?
herkes sana benzemek zorunda mı?

...herkes mi ihanet eder senin gibi?
herkes mi düşer dizlerinin üzerine bin pişman?
... tırnaklarımı yırtıp astığım gecelerde
duvarlara çakılıp kaldığım gecelerde

sesimi tutuşturup boğulduğum gecelerde
bu yürek en çok seni ağladı
en çok seni sildi ellerine
en çok seni unuttu
en çok sana küstü
en çok seni bağışladı

böyle mi olacaktı(k)?
kırık... dökük...
bütün hüzünleri bana bırakıp ...
hoşçakalamam ki?
artık!! bütün sevinçler senin olsun...
bu dağlar çürür artık...
baharlar gelse nolur..gelmese ne olur?
diktiğim iğneler...ektiğim topraklar..
okşadığım çiçekler artık meyve verir mi sanıyorsun?
... bekleme anne
akşamları evine dönen oğlun değilim ben...
beni otur yeniden doğur sen....
bekleme anne
sabahları camdan bakan kızın değilim ben..
beni otur yeniden büyüt sen....
............ dilimde zehirden bir şarkı...
kaç yüzyıldır kendimi kapattığım odamda...
bütün komşulara yüzümü dağıttım... tanımıyorum artık kimseyi... beni unutun... ........... bir kaç yüzyıl daha ağlasam belki dirilir
ben de belki tek bir ...bir tek çiçek!!

Kayıpkentli..
11.07.2006...00:00
güneylent/mersin

ESADLAR DİVANI-5/İnanmıyorum Artık:Şükürler Olsun!

1)İnançlar: cemaatlere girebilmek için satın alınan biletler gibi artık esad!
Yırttım bütün ellerimi…
Girmeyi değil gitmeyi istiyorum artık
Ben’i de çözdüm esad, ben: en çok onlarmış!
Öyleyse artık kimse ben değil,
ben bir başkası değilim artık!

Aşık olduklarında sözlerimizi bilgece bulan suratlar
Öptüklerinde çürümüş ağızlarına kestikleri faturalar olalım istiyorlar.
Bu yüzden kendimizi ödeyerek borçlanıyoruz ayrılıklara
Onlar h/aciz olup dayanırken dostluğumuza!

2)Ağzımı bıçaklıyorum geceleri, niyeyse!
Soru sormak ve cevap vermek: yalan, esad
Hazinenin yerini sormadan önce gözlerime bakanlar
hep aynı şeyi söylüyorlar:"Seni çok seviyoruz!"
"Ben de sizi" demek yerine:
"bende hazine yok" diyorum esad
"ben sadece bir kül yorumcusuyum."

kamyoncu olarak gelenlerin
mühendis olarak çıktıkları bir kalbim var: hepsi bu
bendeki: asya hep üşüyor, bendeki: asya hep çocuksuz!

İşte o zaman kalbim bir uçurum oluyor kendilerini attıkları…
Sevdiklerimin ellerinden kendi ölümü toplamaktan bıktım ben, esad
Bütün bırçi’ler yağmalayarak doyuyor,ve sürekli konuşarak,niye?

Ben artık sussam diyorum esad, çok sussam…
Bıktım, bulmaktan kendimi kan denizlerinde
Oysa dağları çağıracak kadar da cesurum gözlerime

3)Kimi seviyorum esad ben?
Kim seviyor beni?
Elimi neye atsam, yanılsamalar…
Kiminle yola çıksam onu ayaklarımı emerken buluyorum.
yorgunsam sevgimden, ki zûl oluyor(lar) bana!

öyleyse:İnanmıyorum artık:şükürler olsun!
Şükürler olsun, sev(il)miyorum.:
Koşarak geldim sana diyenler; kendi karanlıklarından kaçtıklarını söylemiyorlar
Sonrası:güçlü oldukları için değil, çaresiz oldukları için sarılanlar insana!
Oysa ben,ah ben!
Herşey “Mersinde bitti” sanıyordum,
Herşey “İstanbulda başladı” işte, esad…

4)Parmaklarımı yakıp baş ucuma bırakıyorum geceleri
Ben karanlıklarda büyümedim ki,sobanın ateşi olsun,vururdu tavana
Ateşi izleyerek uyuyan gözlerim alışmadı zifirden hayatın uykusuna

Babam bana hep aynı masalı anlatarak büyüttü
Kaplumbağa ve sincap komşu olacaklar
Kim kimin evine misafir olacak dersin?
Kabuğumda yer yok, dallar ise çok uzak

Gayri içim çok acıyor esad
Ben yabancıların talanına açık bir dostmuşum
ki:Yaralıyım Şimdi sığınacak kadar, düşmanlarıma,ah!

5)Bulduğumu ağzıma götürürmüşüm ya çocukken, esad
Ağzıma bir salıncak mı kursam?-Yoksa kendimi dudaklarımdan uzaklaştırırak mı büyüsem?
Kayıpkentli -
24.şubat.2010
Kıztaşı/İstanbul 05:30

YOL OL!!!


Kör olduğum içinmiş bunca gördüklerim
Gökten üç elma düştü elmacık kemiklerime
Durmadı kararması gülüşlerimin
Biliyor musun
Her meyveli ağacı taşlamazlar
Kimisini keserler....kurt düştü diye
Kimse sormaz
Bu kurdu bu ağaca kim düşürdü öyleyse?

Dünya değil insan yuvarlak
Öyle olmasa neden dönmez gidenler terk ettikleri noktaya!!!
"üşüyorum" diyorsun
ne kadar çok giyindiysen
o kadar titrediğini görmüyor musun?
Haydi!
başla soyunmaya!
Ama elbiselerinden değil!!!

Tekmelemeye annesinin karnından başlayan insan
Sevdiklerini tekmelemiş çok mu?
Haydi sarıl kendine!
Okşa başını"geçti...
hepsi geçti" de
bunu önce sen yap kendine
Gar'ına değil
Yaygarasına veda et şehirlerin
Hazırlan haydi
Ve yola çık-ma sakın!
Yolun kendisi ol artık
Yolun kendisi ol
Yol ol...
k.k
09.03.2006
güneykent!

GÖTÜR MENİ BU ŞEHERDEN!/ Beklenen’e...

Götür beni bu şehirden
Yaralarım sızıyor
irin irin birikiyorum içimdeki pişmanlıklara
Meğer hep yanlış kurtuluşlardan açılmışım içimdeki firarlara

Gece gündüz peşine takıldığım tayfunlar
Mayınlanmış özgürlüklere bıraktılar beni
Paramparça bıraktım ardımda yüreğimi
Üzerine maviler çekilmiş tutsaklıklarda yitirdim on yedi yaşımın sesini

Götür beni bu şehirden
Avuçlarımdan hep kan sızıyor
Uzatamıyorum ellerimi
gözyaşımın pervazına sığınan gök yorgunu hiç bir göçmen kuşa

Hangi sofraya otursam
Yanımda diz çökmüş buluyorum dünyanın en mazlum güllerini
Bir deri bir kemik simsiyah elleri
Paylaştıkça azığımı, azalıyor, insanlığa olan utancı yeryüzünün...
Kendime arta kalan ancak iki zeytin
Al biri senin olsun!
Yeter ki götür beni bu şehirden

Sırtımdaki kabuklar kavlıyor bir bir
yüklendikçe ezginliklerini dilini bilmediğim iklimlerin
Bir bakıyorum:en dehşetli cezirleri,depremleri,felaketleri yüklenmişim
Kaç bezirgan sahip çıkmış yüküme bir bilsen
Kaç göçüm dağılmış kalmış Sina’da Kerbela’da Sahra’da bir bilsen
Götür beni bu şehirden

Halkının elinden tutup Kızıldenizi geçiren Musa gibi
Geçir beni batıl zalimlerin denizlerinden
Kurtar beni yüzyılımın Firavunlarının elinden
Çocuklarını taş ocaklarında yitiren
Toplama kamplarından topal bir kartal umuduyla kaçan
Sığındığı hiçbir vatanda barındırılmayan
Bir Çeçen mültecisi gibiyim
Bak!Hep suratına tükürülmüş bir Azeri diliyle yalvarıyorum sana
Götür Meni bu şeherden!

İnanan sabreden ve merhamet edenlerin ülkelerine götür beni"
Üzerlerine ateşlerin kapıları kapatılmışlarla
" bırakma beni" Umutsuz olmaz" diyorsun
Oysa sana kanayan son umudumu da vermek isterdim
ama" Sevdigiyin başi için abe " dedi diye
Onu da usulca bir dilencinin titrek avuçlarına bıraktım
Yürüyeceğimiz yollar umutsuz da olsa
Karanlık ta olsa
Işıksız da olsa
Yerlerin ve Göklerin barındırdığı tüm mazlum çığlıklardan
Mustazaf bir çığlıkla sesleniyorum sana
Ne olur Götür beni Bu Şehirden...

25.09.2003
PERŞEMBE 04:20
Mersin/ KayıpKentli