ESADLAR DİVANI-5/İnanmıyorum Artık:Şükürler Olsun!

1)İnançlar: cemaatlere girebilmek için satın alınan biletler gibi artık esad!
Yırttım bütün ellerimi…
Girmeyi değil gitmeyi istiyorum artık
Ben’i de çözdüm esad, ben: en çok onlarmış!
Öyleyse artık kimse ben değil,
ben bir başkası değilim artık!

Aşık olduklarında sözlerimizi bilgece bulan suratlar
Öptüklerinde çürümüş ağızlarına kestikleri faturalar olalım istiyorlar.
Bu yüzden kendimizi ödeyerek borçlanıyoruz ayrılıklara
Onlar h/aciz olup dayanırken dostluğumuza!

2)Ağzımı bıçaklıyorum geceleri, niyeyse!
Soru sormak ve cevap vermek: yalan, esad
Hazinenin yerini sormadan önce gözlerime bakanlar
hep aynı şeyi söylüyorlar:"Seni çok seviyoruz!"
"Ben de sizi" demek yerine:
"bende hazine yok" diyorum esad
"ben sadece bir kül yorumcusuyum."

kamyoncu olarak gelenlerin
mühendis olarak çıktıkları bir kalbim var: hepsi bu
bendeki: asya hep üşüyor, bendeki: asya hep çocuksuz!

İşte o zaman kalbim bir uçurum oluyor kendilerini attıkları…
Sevdiklerimin ellerinden kendi ölümü toplamaktan bıktım ben, esad
Bütün bırçi’ler yağmalayarak doyuyor,ve sürekli konuşarak,niye?

Ben artık sussam diyorum esad, çok sussam…
Bıktım, bulmaktan kendimi kan denizlerinde
Oysa dağları çağıracak kadar da cesurum gözlerime

3)Kimi seviyorum esad ben?
Kim seviyor beni?
Elimi neye atsam, yanılsamalar…
Kiminle yola çıksam onu ayaklarımı emerken buluyorum.
yorgunsam sevgimden, ki zûl oluyor(lar) bana!

öyleyse:İnanmıyorum artık:şükürler olsun!
Şükürler olsun, sev(il)miyorum.:
Koşarak geldim sana diyenler; kendi karanlıklarından kaçtıklarını söylemiyorlar
Sonrası:güçlü oldukları için değil, çaresiz oldukları için sarılanlar insana!
Oysa ben,ah ben!
Herşey “Mersinde bitti” sanıyordum,
Herşey “İstanbulda başladı” işte, esad…

4)Parmaklarımı yakıp baş ucuma bırakıyorum geceleri
Ben karanlıklarda büyümedim ki,sobanın ateşi olsun,vururdu tavana
Ateşi izleyerek uyuyan gözlerim alışmadı zifirden hayatın uykusuna

Babam bana hep aynı masalı anlatarak büyüttü
Kaplumbağa ve sincap komşu olacaklar
Kim kimin evine misafir olacak dersin?
Kabuğumda yer yok, dallar ise çok uzak

Gayri içim çok acıyor esad
Ben yabancıların talanına açık bir dostmuşum
ki:Yaralıyım Şimdi sığınacak kadar, düşmanlarıma,ah!

5)Bulduğumu ağzıma götürürmüşüm ya çocukken, esad
Ağzıma bir salıncak mı kursam?-Yoksa kendimi dudaklarımdan uzaklaştırırak mı büyüsem?
Kayıpkentli -
24.şubat.2010
Kıztaşı/İstanbul 05:30

YOL OL!!!


Kör olduğum içinmiş bunca gördüklerim
Gökten üç elma düştü elmacık kemiklerime
Durmadı kararması gülüşlerimin
Biliyor musun
Her meyveli ağacı taşlamazlar
Kimisini keserler....kurt düştü diye
Kimse sormaz
Bu kurdu bu ağaca kim düşürdü öyleyse?

Dünya değil insan yuvarlak
Öyle olmasa neden dönmez gidenler terk ettikleri noktaya!!!
"üşüyorum" diyorsun
ne kadar çok giyindiysen
o kadar titrediğini görmüyor musun?
Haydi!
başla soyunmaya!
Ama elbiselerinden değil!!!

Tekmelemeye annesinin karnından başlayan insan
Sevdiklerini tekmelemiş çok mu?
Haydi sarıl kendine!
Okşa başını"geçti...
hepsi geçti" de
bunu önce sen yap kendine
Gar'ına değil
Yaygarasına veda et şehirlerin
Hazırlan haydi
Ve yola çık-ma sakın!
Yolun kendisi ol artık
Yolun kendisi ol
Yol ol...
k.k
09.03.2006
güneykent!

GÖTÜR MENİ BU ŞEHERDEN!/ Beklenen’e...

Götür beni bu şehirden
Yaralarım sızıyor
irin irin birikiyorum içimdeki pişmanlıklara
Meğer hep yanlış kurtuluşlardan açılmışım içimdeki firarlara

Gece gündüz peşine takıldığım tayfunlar
Mayınlanmış özgürlüklere bıraktılar beni
Paramparça bıraktım ardımda yüreğimi
Üzerine maviler çekilmiş tutsaklıklarda yitirdim on yedi yaşımın sesini

Götür beni bu şehirden
Avuçlarımdan hep kan sızıyor
Uzatamıyorum ellerimi
gözyaşımın pervazına sığınan gök yorgunu hiç bir göçmen kuşa

Hangi sofraya otursam
Yanımda diz çökmüş buluyorum dünyanın en mazlum güllerini
Bir deri bir kemik simsiyah elleri
Paylaştıkça azığımı, azalıyor, insanlığa olan utancı yeryüzünün...
Kendime arta kalan ancak iki zeytin
Al biri senin olsun!
Yeter ki götür beni bu şehirden

Sırtımdaki kabuklar kavlıyor bir bir
yüklendikçe ezginliklerini dilini bilmediğim iklimlerin
Bir bakıyorum:en dehşetli cezirleri,depremleri,felaketleri yüklenmişim
Kaç bezirgan sahip çıkmış yüküme bir bilsen
Kaç göçüm dağılmış kalmış Sina’da Kerbela’da Sahra’da bir bilsen
Götür beni bu şehirden

Halkının elinden tutup Kızıldenizi geçiren Musa gibi
Geçir beni batıl zalimlerin denizlerinden
Kurtar beni yüzyılımın Firavunlarının elinden
Çocuklarını taş ocaklarında yitiren
Toplama kamplarından topal bir kartal umuduyla kaçan
Sığındığı hiçbir vatanda barındırılmayan
Bir Çeçen mültecisi gibiyim
Bak!Hep suratına tükürülmüş bir Azeri diliyle yalvarıyorum sana
Götür Meni bu şeherden!

İnanan sabreden ve merhamet edenlerin ülkelerine götür beni"
Üzerlerine ateşlerin kapıları kapatılmışlarla
" bırakma beni" Umutsuz olmaz" diyorsun
Oysa sana kanayan son umudumu da vermek isterdim
ama" Sevdigiyin başi için abe " dedi diye
Onu da usulca bir dilencinin titrek avuçlarına bıraktım
Yürüyeceğimiz yollar umutsuz da olsa
Karanlık ta olsa
Işıksız da olsa
Yerlerin ve Göklerin barındırdığı tüm mazlum çığlıklardan
Mustazaf bir çığlıkla sesleniyorum sana
Ne olur Götür beni Bu Şehirden...

25.09.2003
PERŞEMBE 04:20
Mersin/ KayıpKentli